Hukuk Fakültesi Konferans Salonunda gerçekleştirilen konferansa Cumhuriyet Savcısı Gülşen Sezer, AKÜ Kadın ve Aile Araştırmaları Uygulama ve Araştırma Merkezi Müdürü Doç. Dr. Letife Özdemir, Hukuk Fakültesi Dr. Öğretim Üyesi Mürşide Şimşek, akademik personel ve öğrenciler katıldı. Konferansın açış konuşmasını yapan Doç. Dr. Letife Özdemir kadına karşı şiddeti önlemenin uzun vadeli ve sürekli bir çaba gerektirdiğini ifade etti. Özdemir, “Bu çaba toplumun tüm kesimlerinin katılımıyla bilinçlenme, eğitim ve dayanışma üzerine kurulu bir yaklaşımla olacaktır. Kadına karşı şiddeti önlemek için etkili bir mücadele toplumsal, hukuki eğitimsel ve kültürel düzeylerde gerçekleşmelidir. Unutmayalım ki kadına karşı şiddetle mücadelede hepimiz sorumluyuz. Kadın ve Aile Araştırmaları Uygulama ve Araştırma Merkezi olarak biz de bu konuda farkındalık yaratmak ve etkinlikler aracılığıyla toplumun bilinçlenmesine destek vermek istiyoruz” ifadelerini kullandı.
Hukuk Fakültesi Öğretim Üyesi Dr. Mürşide Şimşek ise kadına karşı şiddetin günümüzde tüm dünyada toplum sağlığı sorunu olarak kabul edildiğini belirtti. Şimşek şunları söyledi: “Kadına karşı şiddetin tüm dünyada bir toplum sağlığı sorunu olarak kabul edilmesiyle birlikte çözülmesi gereken bir sorun olarak gündemimize gelmektedir. Kadınların kendi hayatlarıyla ilgili kararları verirken karşı taraftan, özellikle erkeklerden bunun bir başkaldırı olarak algılanması neticesinde şiddete maruz kaldıkları, yaşam haklarının ellerinin alınmasına varıncaya kadar çok ciddi şiddete maruz kaldıkları görülmektedir. Özellikle sevgi ve saygının en temel yeri olan eşler arasında yaşanan şiddet, çocukların gözünde de şiddetin normalleşmesine ve şiddet kültürünün devam etmesine neden olmaktadır.”
Konferansa konuşmacı olarak katılan Cumhuriyet Savcısı Gülşen Sezer, kadına yönelik çok çeşitli şiddet türleri olduğunu ifade etti. Sezer, “Şiddet dediğimizde aklımıza fiziksel şiddet gelir fakat bunun yanı sıra cinsel, psikolojik ve ekonomik şiddet gibi şiddet türleri de bu kapsamda değerlendirilir. Tehdit, baskı, özgürlüğün engellenmesi gibi her türlü tutum ve davranışı şiddet kapsamında değerlendirebiliriz. Tecrübelerimden yola çıkarak fiziksel şiddetin olduğu yerde psikolojik şiddetin de olduğunu söyleyebilirim. Kadınlarımız ne yazık ki bu sebepten gördüğü şiddeti kolaylıkla ifade edemiyor ya da şikâyetçi olsa bile daha sonra ifadesini değiştirebiliyor. Mevzuatımızda aile içerisinde gerçekleşen şiddet eylemleri şikâyete tabi değil. Delillendirilip suçun oluştuğuna dair bir kanaat oluştuğunda kamu davasını açıyoruz” dedi.
“ISRARLI TAKİP, CİDDİ YAPTIRIMLAR ALTINA ALINAN BİR SUÇTUR”
Özellikle kadınlara yönelik yapılan ısrarlı takip eyleminin çok önemsenen ve gündemde olan bir suç olduğunu ifade eden Sezer, sözlerine şöyle devam etti: “Türk Ceza Kanunu’na 2022 yılında girmiş çok yeni bir suç tipi var ki bunun adı ısrarlı takip. Ben buna musallat olma veya takıntı haline getirme suçu diyorum. Bu her şekilde olabiliyor. Fiziksel takip veya sanal yollardan takip olabiliyor. Mesaj gönderme ve arama gibi ısrarlı rahatsız etme vakaları görebiliyoruz. Israrlı takip suçu şu anda çok önemsenen ve ciddi yaptırımlar altına alınan bir suç. İster erkek ister kadın olsun hiç fark etmez. Eğer karşı tarafın rızası yoksa ona ısrarla bu eylemleri yapmak ciddi sonuçlar doğurur. Bu tarz eylemler karı koca ilişkisinde olduğu gibi özellikle evlilik düzeyine varmayan flört düzeyindeki ilişkilerde de önümüze çok geliyor. Böyle bir muameleye maruz kaldığınızda savcılığa ya da karakola gitmeniz gerekir. Bu kadınlarda büyük bir travmaya ve kaygı bozukluğuna da sebep olabiliyor. Bu sebeple bu suç tipi özellikle gündemimizde olan ve önem verdiğimiz bir konudur.” Konferans, Cumhuriyet Savcısı Gülşen Sezer’e plaket takdimi ve toplu fotoğraf çekimi ile son buldu. >>HÜDAYİ ACAR